Aklımda Yücel Balku var iki gündür. Yaş aldıkça hayattan, zamansız giden dostların hayali varlığına sığınıyor insan. Murat Gülsoy’la, Yücel’i konuşuyoruz sık sık; yakında yeniden yayımlanacak “Tayfanın Seyir Defteri”nin heyecanıyla avunuyoruz. O kitap için Murat’la birlikte kaleme aldığımız mektubu paylaşmak istiyorum bugün de…
Ah be Yücel, erken yarım bıraktın bizi…
Sevgili Yücel;
Son görüşmemizin üstünden bir yıl geçmiş. Takvimlere bakmasak anlayamayacağız, günler, aylar, yıllar hangi arada işlerini bitirip, tarihin sayfalarına karışıyorlar. Hem zaten işi ne ki zamanın? Böyle lakırdılar etmeye başlayınca önce Tanpınar’ı anıyor, sonra da senin kulaklarını çınlatıyoruz. Şimdi oturup doya doya “Beş Şehir” üstüne konuşmak var ama… neyse!
Seni daha fazla merakta bırakmadan hemen söyleyelim; Osmangazi Belediyesi’nin düzenlediği ve senin de jürisinde bulunduğun ‘Mektup’ yarışmasına ilgi çok yoğundu. Ödül töreninde –sen orada olmadığın için- kısa bir konuşma yapıp 2001’de ‘Tanpınar Deneme Yarışması’nda birinci olan o harika denemeni, ‘Koza’nın Kapıları’nı okumak bize, ödül almak da sevgili karına, Semra’ya düştü. Tören sonrasında belediye başkanından, kültür-sanat vakfının temsilcilerine, dostlarından tanışmak isteyen genç yazar adaylarına herkesin gözleri, gelmeyeceğini bile bile seni aradı.
Genç yazar adayları deyince, Kitabevi’nin sahibesi, edebiyat dostu Dilek Çelebi’yle ateşini yaktığınız ‘Öykü Atölyesi’ meşalesinin de sönmediğini söylememiz gerekiyor. Öğrencilerin, senin heyecanını öylesine sahiplenmişlerdi ki, canla başla yazmaya, araştırmaya, okumaya devam ettiler. Biz de bir süre Bursa’yı kapı komşu yaptık. Sadece biz mi? Nursel Duruel, Ayfer Tunç, Ahmet Ümit, Tuna Kiremitçi, Mehmet Açar hem atölye çalışmalarıyla, hem sunumlarıyla haftalar boyu Kitabevi’nin sıcak ortamını daha da ısıttılar. Bir de senin rehberliğinde Kapalıçarşı’yı adımladıktan sonra, Çınaraltı’nda şekersiz kahvelerimizi yudumlayıp saatler sürecek sohbetlere dalabilseydik daha iyi olacaktı.
Geçen yılın en keyifli haberlerinden biri, “Bu fiziksel olarak ‘Sükût Ayyuka Çıkar’dan ayrı olsa da benim kafamda onu tamamlayan bir dosya, ‘Sükût Ayyuka Çıkar’ şimdi bitti,” dediğin dosyanın ‘Goncanın Üçüncü Günü’nün, Doğan Kitap tarafından yayınlanması oldu. “Kapak nasıl olacak acaba,” diye meraklanıyordun, gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki, kitabının kapağı da, tasarımı da içeriğine yakışacak kadar güzel oldu. Doğan Kitap çalışanları, kitabını Bursa Kitap Fuarı’na yetiştirmek için ellerinden geleni yaptılar. Fuarda okurlarına yokluğunu aratmamak görevi de kızlarına düştü. Şeyda ve Eylül, ‘Goncanın Üçüncü Günü’nü imzalatmaya gelen okurlarını, elleri boş göndermedi. Kızların, yazar bir babaya yakışacak kadar güzel yazılarıyla, bütün kitaplarını imzaladı Yücel. Bütün kitaplarını.
Dergilerde de sık sık adın geçti, kitaplarından ve yazarlığından söz edildi. Pınar Şenel’le yaptığın söyleşi ‘E’ dergisinde yayınlandı. (‘E’ dergisi ‘Hayalet Gemi’ için özel bir dosya yapmaya hazırlandığı sırada kapandı. O dosyada da sen olacaktın, hem de birlikte olacaktık. Burada olsan oturur Türkiye’de edebiyat dergiciliği üstüne konuşurduk. Hem Prometeus hem de Hayalet Gemi tecrübesi olan biri olarak ne çok şey söyler, yaşananlara ne sağlıklı bir açıdan bakardın.)
Türkiye’de edebiyat dergiciliği deyince Varlık’ın yeri ayrı tabii. Dile kolay; 70 yıl. Şubat sayısında özel bir Yücel Balku dosyası vardı. Bir başka dostun, Nalân Barbarosoğlu, hepimizden yazılar toparlayıp senin için çok özel ve güzel bir dosya hazırladı. En güzeli dosyanın harika öykün ‘Cevşen’le noktalanmasıydı. (Korkma; Varlık’ın başına bir şey gelmedi, sapasağlam yoluna devam ediyor.)
Dergilerden söz etmişken seni çok sevindirecek bir haber daha verelim: Agora’nın son sayısında da seninle ilgili yazılar çıktı. Ama sıkı dur, bu yazıların yazarlarını duyunca sevinçten havalara zıplayacaksın: Öykü Atölyesi’ndeki öğrencilerin anlattılar seni ve edebiyatını. Bize de hem onların öğrenme azmine ve sevgisine hem de senin edebiyat zevki aşılama yeteneğine şapka çıkarmak düştü. Hay aklınla bin yaşa, hay ellerine, fikrine sağlık Yücel.
Seninle ilgili o kadar çok şey yaşamışız ki, say say bitmiyor. Dünya Öykü Günü’nde yaşananları unutsaydık, uyku tutmazdı. Kutlama İstanbul Tepebaşı’ndaki İtalyan Kültür Merkezi’nin sahnesinde yapıldı. Tam senin bayıldığın, yeni öykü konuları bulacağın türden tarihi bir bina. Konuşmalar, piyano resitali derken sıra seninle ilgili etkinliğe geldi. (Sağ olsun, Nalân’ın bu etkinlikte de payı büyük.) Yüksek tavanlı tiyatro sahnesinin ortasında bir kürsü, üstünde de alevi titreyen bir mum. Müzik sisteminden salona nefis bir müzik yayılıyor. Sonrasında da… Evet dostum, doğru bildin: Amma Hikâye’cilerin (Göksenin Göksel ve Sarp Keskiner’e selam olsun) radyo için seslendirdikleri ‘Tıley ya da Hiç’ öykünü dinlemeye başladı bitin katılımcılar. Nefesler tutuldu, mumun titrek ışığında yüzler, bedenler kayboldu ve hepimiz satırlarının büyülü dünyasında kaybolduk. Gerçi iki bölüm halinde kaydedilen öykünün sadece birinci bölümünü dinleyebildik ama o kadarı bile bizi başka bir dünyaya, Yücel Balku edebiyatının kalıcı dünyasına götürmeyi başardı. Ne denir ki? Kalemine sağlık.
İşte böyle Yücel, senden haber almayalı bir yıl olmuş ama sensiz geçen günümüz yok. Hiç olmadı, çekiyoruz kütüphanemizden kitaplarından birini ve okumaya dalıyoruz. Kimi gün ‘Kâfdili’ kimi gün ‘Abruşak’; kimi gün ‘Cevşen’ kimi gün ‘Zulmet’. Hem şimdilerde yeni bir Yücel Balku kitabının heyecanı sardı bizi. Doğan Kitap yazdıklarını ve senin hakkında yazılanları tek bir kitapta toplamaya hazırlanıyor. Zeynep Çağlıyor, Semra Balku’yla hummalı bir çalışma içinde. ‘Sükût Ayyuka Çıkar’, ‘Goncanın Üçüncü Günü’, hakkında yazılanlar, söyleşiler, denemelerin, yayınlanmamış yazıların… Anlayacağın dört başı mamur bir ‘Yücel Balku Külliyatı’.
Zaman akıp gidiyor Yücel. “Ne içindeyiz, ne de büsbütün dışında…” Mektubu yazmaya oturduğumuzda aklımızda neler neler vardı, ama bilirsin kimi zaman bir yazıya bütün duyguları sığdırmak mümkün değil. (Aslında bu mektubu yazan sen olsaydın, böyle kaçış sözlerine gerek duymaz, gerekiyorsa duygularını satırlardan taşırmayı başarırdın.) Şu geçen bir yıl bize gösterdi ki, senin geleceğin yok. Bu durumda ne denir ki; biz geldiğimizde görüşürüz.
Sevgiler,